Tesettür Hakkında

GİRİŞ

Tesettür, yani örtünme ve elbise gi­yinmek; setr-i av­ret,([1]) so­ğuk ve sıcaktan ko­runma ve tezeyyün([2]) gibi hik­metlere münha­sır değildir. Düşünülecek olursa, bazı hay­vanlara, bil­hassa kuşlara, gayet güzel tüy­lerle giy­di­rilen fıtrî elbise­lerden daha güzel fıtrî elbi­seyi Allah in­sanlara giydirebile­ceği halde, insanın dünyada sun’î([3]) el­biseye muh­taç bırakıl­masının elbette hikmetleri var­dır.

Evet «Cenab-ı Hak, insandan başka ziruh mahlu­ka­tına fıtrî birer libas giydir­diği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libas­lar­dan üryan([4]) olarak fakat fıtrî bir libas giy­dirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. Dün­yada sun’i liba­sın hikmeti, yal­nız so­ğuk ve sıcaktan muhafaza ve zinet ve setr-i avrete münhasır değildir. Belki mühim bir hik­meti, insanın sair nevi­lerdeki tasar­ruf ve münasebe­tine ve ku­mandanlı­ğına işaret eden bir fihriste ve bir liste hük­mün­dedir. Yoksa kolay ve ucuz, fıtrî bir li­bas giydi­re­bilirdi. Çünki bu hikmet ol­mazsa; muhtelif pa­çav­raları vü­cuduna sa­rıp gi­yen insan, şuurlu hayvana­tın naza­rında ve onlara nisbe­ten bir mas­kara olur, ma­nen onları güldürür. Meydan-ı ha­şirde, o hikmet ve münase­bet yok. O liste de ol­maması lâzım gelir.» (Mektubat sh: 384)

Mezkûr hikmet, yalnız elbiseye inhi­sar etmeyip insa­nın ca­mi’ fıtratıyla her şeye muhtaç yaratıldığına ve her şey insa­nın ihti­yacatına hizmet etmekle insanın Hi­la­fet-i Arziyeye sa­hib kılındığına ve böylece insanın en mükem­mel mahluk ola­rak ah­sen-i takvime çıkarıldı­ğına da işaret eder.

(S.B.M.) 2048. hadisi, insanların ha­şirde sun’i elbi­se­siz ola­rak diriltileceğini bildi­rir.

ASRIMIZDA TESETTÜR

Asrımızda, Avrupa’dan gelen sözde kadın hürri­yet­leri adı altında, gerçekte ise kadını her sahada istismar eden ve âdi bir metadan başka değer ve kıy­met vermeyen bir anla­yış ve bu anlayı­şın  tatbikatçıları karşılarında en ev­vel Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve onun Risale-i Nur Külliyatını bulmuşlar­dır.

Aslını daha önce yazan ve 1934’te ilaveler ve düzenlemelerle  Tesettür Risalesini yeniden te’lif eden ve neşre­den Bediüzzaman Hazretleri, 1935 senesinde İnkılaplar aleyhinde faali­yetlerde bulunmak gibi suçlamalardan dolayı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve diğer suçlamalar­dan ceza veril­mezken Tesettür Risalesinden kendisine bir senelik ceza vermişlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri, idam planı ile verildiği Eskişehir Ağırceza Mahkemesinde, tesettür-ü nisvanı([5]) mü­da­faa ederken şöyle diyor:

«İşte ben de adliyenin mahkemesine de­rim ki: Binüçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon müslü­manların hayat-ı içti­maiyesinde kudsi ve hakiki bir düs­tur-u İlahîyi üçyüzelli bin tefsirin tasdik­lerine ve itti­fakla­rına istinaden ve bi­nüçyüz se­nede geçmiş ecda­dımızın iti­kad­larına iktidaen tefsir eden bir adamı mah­kûm eden haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye ba­ğırı­yorum. Bu as­rın sağır kulakları dahi işitsin!..» (Şualar sh: 448)

Yine müdafaanın bir kısmında da şöyle der:

«Bin seneden beri çarşaf altında bulunan mu­had­de­rat-ı İslâmiye([6]) şimdi de çarşaf­larını mu­hafaza ediyor­lar.» (Osmanlıca Lem'alar sh: 586)

Tesettür aleyhinde böyle acib tahak­kümü yapan mü­te­hakkimler, ve milli tereddiye dehşetli bir şekilde kapı açtılar. Çünkü aile müessesesinin korunmasında ve aile efradı ara­sında nesebî ve fıtrî olan manevi bağla­rın; hürmet, merhamet gibi hislerin ve ah­lâkî değerle­rin tahak­kuk etmesinde teset­türün rolü büyüktür. Tesettürsüz ve müb­tezel([7]) ailelerde, mezkûr fıtrî bağlar ve ma­nevi değer­ler gelişmez.

Eğer bu değerler, yaşanan dinî ha­yatla geliştikten sonra, asrîliğe([8]) özenip te­settür terk edilirse, kazanılan manevi ha­yat büyük ölçüde zedelenir. Böylelerin ha­yat anlayışı gi­derek yalnız dünyevi men­faat ve lezzetler öl­çüsü içinde darlaşır ve maddileşir. İnsanlığın yüksek şahsi­yeti tersine döner, tereddi eder.

Yıllar sonra aynı anlayışın tatbikatçıları tesettür mese­lesinden dolayı müslüman kitleyi baskı altında tut­tuklarını esefle görmekteyiz. Şimdi bu risaleyi burada neşrediyoruz.

 

TESETTÜR RİSALESİ’NDEN

Bismillahirrahmanirrahim

‘ya eyyühe’n nebiyyü kul liezvacike ve benatike ve nisai’l mü’minine yüdnine aleyhinne min celâbîbihinne’([9])

ilâ âhir… âyeti, te­settürü([10]) emrediyor. Medeniyet-i sefihe([11]) ise, Kur’anın bu hük­müne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü, fıtrî([12]) görmüyor, “bir esarettir” diyor.

Elcevab: Kur’an-ı Hakîm’in bu hükmü tam fıtrî([13]) olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delalet eden çok hikmetlerin­den, yalnız “dört hikmet”ini beyan ede­riz.

Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir([14]) ve fıt­ratları iktiza ediyor. Çünki kadınlar hilkaten([15]) zaif ve nazik ol­duklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavru­larını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdir­mek ve nefret ettir­memek ve istiskale([16]) maruz kalmamak için, fıtrî bir meyli var. Hem kadın­ların on adetten altı yedisi, ya ihti­yardır, ya çir­kindir ki; ihti­yarlı­ğını ve çir­kinliğini herkese göstermek is­temez­ler. Ya kıskanç­tır; kendinden daha gü­zel­lere nisbeten çirkin düşme­mek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar, ta­ar­ruza maruz kalmamak ve kocası naza­rında hiyanetle müt­tehem([17]) ol­mamak için, fıtraten tesettür ister­ler. Hatta dikkat edilse, en ziyade kendini saklıyan ihti­yarlardır. Ve on adet­ten ancak iki üç ta­nesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın. Malumdur ki; insan sevme­diği ve istiskal ettiği adamla­rın nazarın­dan sıkı­lır, müteessir olur. Elbette açık sa­çıklık kıya­fetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoş­landığı namah­rem([18]) erkek­lerden onda iki üçü varsa, yedi sekizin­den istiskal eder. Hem tefahhuş ve te­fes­süh et­miyen([19]) bir güzel kadın, nazik ve seri-üt te­essür([20]) oldu­ğun­dan, mad­deten te’siri tecrübe edilen belki semlendi­ren([21]) pis nazarlardan elbette sıkılır. Hatta işi­tiyoruz; açık sa­çık­lık yeri olan Avrupa’da çok kadın­lar, bu dikkat-i na­zardan sıkı­la­rak, “bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkı­yorlar” diye polislere şekva ediyorlar. Demek me­deni­yetin ref-i tesettürü,([22]) hilaf-i fıtrattır.([23]) Kur’an’ın teset­tür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıy­met­dar birer re­fika-i ebediye olabilen kadınları, te­set­tür ile su­kuttan, zilletten ve manevi esaretten ve sefaletten kurta­rıyor.

Hem kadınlarda, ecnebi erkeklere karşı fıtra­ten korkaklık, tahavvüf([24]) var. Tahavvüf ise, fıtraten te­set­türü iktiza ediyor. Çünki sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zah­met ile çek­mekle beraber, hami­siz bir veledin terbi­ye­siyle sekiz do­kuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belasını çekmek ihtimali var. Ve kesretle([25]) vaki ol­du­ğundan, cidden şiddetle namahrem­lerden fıt­ratı korkar ve cibilliyeti sakın­mak ister. Ve tesettür ile namahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne mey­dan ver­memek, zaif hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kal­’ası çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmuatıma([26]) göre: Merkez ve payi­taht-ı hükümette,([27]) çarşı içinde, gündüzde, aha­linin gözleri önünde, gayet adi bir kun­dura boyacısı, dünyaca rütbeten bü­yük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sar­kıntılık etmesi, tesettür aley­hinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuru­yor!..

İkinci Hikmet: Kadın ve erkek orta­sında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, mu­habbet ve alâka; yalnız dünyevi ha­ya­tın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, ko­ca­sına yalnız hayat-ı dünyevi­yeye mahsus bir re­fika-i ha­yat([28]) değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir re­fika-i hayattır.([29]) Madem hayat-ı ebediyede dahi ko­ca­sına refika-i hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocası­nın naza­rından gayrı başkasının nazarını kendi me­hasinine celbetmemek([30]) ve onu darılt­mamak ve kıs­kandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan ko­cası, sırr-ı imana bi­naen onun ile alâkası hayat-ı dün­yevi­yeye münhasır ve yalnız hayvanî ve gü­zellik vak­tine mahsus muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat nokta­sında esaslı ve ciddi bir mu­habbetle, bir hürmetle alâkadardır.

Hem yalnız gençliğinde ve güzellik za­manında değil, belki ihtiyarlık ve çirkin­lik vaktinde dahi o ciddi hürmet ve mu­habbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi me­hasinini([31]) onun nazarına tah­sis ve muhabbetini ona hasretmesi muk­teza-yı insaniyettir. Yoksa pek az ka­za­nır, fakat pek çok kaybeder.

Şer’an([32]) koca, karıya küfüv([33]) olmalı, yani birbirine mü­na­sib olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mü­himmi diyanet nok­tasındadır. Ne mutlu o kocaya ki; ka­dı­nının di­ya­netine bakıp taklid eder, refi­kasını hayat-ı ebedi­yede kaybetmemek için mütedeyyin([34]) olur. Bahtiyardır o ka­dın ki; kocasının diyanetine ba­kıp “ebedî arkadaşımı kaybet­mi­yeyim” diye tak­vaya([35]) girer.

Veyl([36]) o erkeğe ki; saliha kadınını([37]) ebedî kaybetti­re­cek olan sefahete girer. Ne bed­bahttır o kadın ki; müt­taki([38]) koca­sını taklid etmez, o mübarek ebedî arkada­şını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki; bir­birinin fıskını([39]) ve sefahetini taklid ediyorlar. Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..

Üçüncü Hikmet: Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir em­niyet-i mütekabile([40]) ve samimi bir hür­met ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emni­yeti bozar, o mütekabil hür­met ve mu­habbeti de kırar.

Çünki açık saçıklık kılığına giren on ka­dından an­cak bir tanesi bulunur ki, ko­ca­sından daha güzeli gör­mediğin­den, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, koca­sından dahi iyisini görür. Ve yirmi adam­dan ancak bir ta­nesi, ka­rı­sından daha gü­zelini görmü­yor. O va­kit o samimi muhabbet ve hürmet-i mü­tekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve ga­yet alçakça bir his uyandırmaya se­bebiyet ve­rebilir. Şöyleki:

İnsan, hemşire([41]) misillü mahremlerine([42]) karşı fıtra­ten şe­hevanî his taşıyamıyor. Çünki mahremlerin sima­ları, kara­bet([43]) ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve mu­habbet-i meşru­ayı ih­sas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat ba­caklar gibi şer­’an mahremlere de gös­ter­mesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırak­mak, süflî([44]) nefis­lere göre gayet çir­kin bir hissin uyan­ma­sına sebe­biyet ve­rebilir. Çünki mahremin si­ması mah­remiyetten haber verir ve namahreme benzemez. Fakat meselâ açık ba­cak, mahremin gayriyle müsavidir. Mahremiyeti ha­ber vere­cek bir alâmet-i farikası olmadı­ğın­dan, hayvanî bir na­zar-ı hevesi, bir kısım süflî mah­remlerde uyan­dırmak mümkün­dür. Böyle nazar ise, tüy­leri ür­pertecek bir sukut-u in­sa­niyettir!..

Dördüncü Hikmet: Malumdur ki; kesret-i nesil her­kesce matlubdur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kes­ret-i te­nasüle taraftar olmasın. Hatta Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etmiş:

“İzdivaç ediniz; çoğalı­nız. Ben kıya­mette, sizin kesretinizle if­tihar edeceğim.([45]) Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı([46]) teksir etmeyip, çok azaltıyor. Çünki en serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını([47]) namuslu is­ter. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını iste­me­diğin­den bekâr kalır. Belki de fuhuşa sülûk eder.([48]) Kadın öyle değil, o derece ko­casını inhisar altına alamaz. Çünki ka­dı­nın -aile hayatında müdür-ü dahilî ol­mak haysi­yetiyle ko­casının bütün ma­lına, evla­dına ve her­şe­yine muha­faza me­’muru olduğundan- en esaslı hasleti sadakattır,([49]) emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sada­katı kı­rar; kocası naza­rında em­niyeti kaybeder, ona vicdan azabı çekti­rir. Hatta er­kek­lerde iki güzel haslet olan ce­saret ve se­havet([50]) kadınlarda bu­lunsa, bu emniyete ve sada­kata zarar ol­duğu için, ahlâk-ı seyyi­edendir,([51]) kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazi­fesi, ona hazine­darlık([52]) ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmet­tir. Onun için, o erkek inhi­sar altına alınmaz. Başka kadınları da nikah ede­bilir. Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünki orada dü­ello gibi çok şiddetli vasıtalarla açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisi­nin karısına pis na­zarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar.

Hem memalik-i baride([53]) olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi barid ve ca­middirler.([54]) Bu Asya, yani Âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten mema­lik-i harredir.([55]) Malumdur ki; muhitin, in­sanın ahlâkı üzerinde te’siri vardır. O barid mem­lekette, so­ğuk insanlarda he­vesat-ı hayvaniyeyi tahrik etmek ve işti­hayı açmak için açık saçıklık, belki çok su-i is­timalata ve israfata medar ol­maz. Fakat seri-üt teessür ve hassas olan memalik-i har­redeki insanların hevesat-ı nefsa­niyesini([56]) müte­madiyen tehyic([57]) ede­cek açık saçıklık, elbette çok su-i istima­lata ve israfata ve neslin za’fiyetine ve sukut-u kuvvete se­bebdir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtr­îye mu­kabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zan­neder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arı­zalar mü­nasebetiyle kadından tecennüb etmeye mec­bur ol­du­ğundan, nefsine mağlub ise fuhşi­yata da mey­le­der. Şehirliler; köylülere, be­devi­lere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünki köylerde, bedevi­lerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yo­rulmak müna­sebetiyle, hem şehirli­lere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden ma­sume işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesat-ı nef­sani­yeyi tehyice me­dar ola­madığı gibi, ser­seri ve işsiz adamlar az bu­lundu­ğundan, şehirdeki mefasidin([58]) onda biri onlarda bulun­maz. Öyle ise onlara kıyas edil­mez.» (Lem'alar sh: 195-199)

«Elhasıl; nasılki kadınlar kahraman­lıkta, ihlasta, şef­kat itibariyle erkeklere ben­zemedikleri gibi, erkekler de o kah­ra­manlıkta onlara yetişemiyorlar. Öyle de; o masum hanımlar dahi, sefahette hiç bir vecihle erkek­lere yetişemez­ler. Onun için fıtratlarıyla ve zayıf hilkat­le­riyle namahrem­lerden şiddetli korkarlar ve çarşaf al­tında saklan­mağa kendile­rini mecbur bilirler.» (Lem'alar sh:  202)

Hem «Kur’an merhameten, kadınla­rın hür­me­tini muhafaza için, haya per­desini([59]) takmasını emre­der. Ta hevesat-ı rezilenin([60]) ayağı altında o şefkat ma­den­leri zil­let çek­mesinler. Âlet-i hevesat,([61]) ehemmiyetsiz bir me­ta’ hükmüne geçme­sinler. Medeniyet ise, kadınları yu­va­la­rından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baş­tan çı­karmıştır. Halbuki aile ha­yatı, kadın-erkek ma­bey­ninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhab­beti izale edip ailevi hayatı zehir­lemiştir.

Hususan suretperestlik,([62]) ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha([63]) sebebiyet ver­diği şununla anlaşılır: Nasılki mer­hume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine na­zar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadın­ların suretle­rine veyahut sağ kadın­ların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine he­vesperve­rane bakmak, derinden de­rine hissi­yat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.» (Sözler sh:  410)

Aile hayatında kavvam([64]) olan  -yani aileyi her hu­susta iyi idare etmekle görevli- erkek, ailesini günah ve kötü­lüklerden korumada gayet hassas ve gayretli ol­ma­lıdır. Günün umumileşen moda ve fantaziyeleriyle ya­ban­cı­lara görünme pek çok ailelerde adeta bir şeref sayı­lıyor. Bu hale karşı vicdanen ra­hatsız olmayan bir erke­ğin vasfı riva­yet­lerde “deyyus tabiriyle tavsif edi­lir. (Bak: Ahmed İbn-i Hanbel, 2/69, 128)

Bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyurulur: «Allah la­net etsin, kadınlardan er­kek kı­lığına, erkekler­den kadın kıyafetine gi­rene.» (R.E. 347) Keza kadın elbi­sesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına Peygamber (A.S.M.) lanet etmiştir. (Ebu Davud, Libas:28 ve Ahmed İbn-i Hanbel 2/225)

Devamlı bekleriz...
 
Daha sitene birden fazla ziyaretçi göndermiş olan hiç link yok!

Senin linkin burada olsun mu?
O zaman buraya kaydını yaptır:
=> Kayda git
 
Şimdiye kadar 5807 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol